Birkaç gündür iyiden iyiye hissettiğim iç sıkıntımı son birkaç ayın malzemesiyle harmanlayıp karanlık bir yazı yazmıştım. Sevdiğim bir yazımdır. Sonraki sabah içimi boşaltmanın rahatlığından mı dersiniz havanın açıklığından mı hiç de fena uyanmadım. Odamı ve bir düzine planla hayatımı düzene koyup (koyulabilirse) caddebostana gitmek üzere evden çıktım.
Rejisör koltuğunda bir matara jager bitirip iki de bira içtim. Mendil kadar çocuklardan hiç ihtiyacım olmayan mendiller aldım. Attila İlhan'ın Paris şiirleriyle Prodigy arasında gidip gelerek okunan ve duyulan bir tezat motifi dokudum dört saatte. Gittim ve her seferinde İngiliz agresifliği kulaklık kablolarıyla Fransız duygusallığını boğmadan geldim.
Gözlerinizi kapatıp bir an böyle bir sahne hayal edin. İnsan oturduğu yerde bu halde saatler geçirdi mi işte yine bir şeyler yolunda değil demektir. Anlamalı, bana yine yol göründü. Birkaç arama yapıp sonunda bir tanesiyle sözleşerek Moda'ya doğru kalkıyorum.
Alkolün gölgesinde hızlı bir yolculuk geçirdim. Moda Havuzu'nda tunç mu yoksa bakır mı bilmediğim büyük balık heykelinin dibinde bittim. Bir yarım saat bekledim. Yarım saat diyorum demesine ama bu yaklaşık bir süre. Her sarhoş hakim bir refleksle sürekli saate bakar ancak daha dakikası geçmeden saatin kaç olduğunu hatırlamaz olur.
Yanımda üç güzel kız oturuyordu. Hem aralarında güzel konuşuyolardı. Bu mekanda kıvrak zekalara aşina değilim. Etkilendim. Sohbetlerine kulak misafiri olup yarım saatin sonunda birden kendime gelince zengin kalkışı yapmadım. Niçin yapayım? Arkadaşımı tekrar aradım. Hemen ötedeki grup olduklarını böylece fark edebildim.
Arkadaşım sevdiğim bir arkadaşım. Bugün paralı bir günümdeyim. İçimden geldi, söyle sana istediğini alayım dedim. Guinness birası istedi. O sıra ikimizden de sarhoş başka biri daha katıldı konuşmaya. Yani o. Yani henüz bilmediğim ancak hepimizin hayat boyu bir felaket önsezisiyle beklediği, her erkeğin hayatında bir veya birkaç kez başına gelen o aksi tesadüf.
Ayaküstü öylece biraz daha laflandı. Arkadaşımın birasını almaya giderken birlikte gelmek istedi benimle. Niçin? Kendine de bira aldırmak için mi, bilinmez. İyi peki dedim, gel istersen.
Kaşe'ye gittik, istediğimizi bulamadık. Çıkıp Simurg'a yürümeye başladık. Gerçekten yakın davranıyor bana. Bir yandan konuşuyoruz. O çok sarhoş ben daha az sarhoşum. Dönmek gerekiyordu bu sokaktan, kaçırıyoruz. Yol uzuyor. El ele tutuşmuşuz ne zamandan beri hiç bilmiyorum. Sen beni öpecek gibi oluyorsun. Kararsızsın benden bekliyorsun. Ben, dakikalar önce tanışıp matarasının dibinde kalan birkaç yudum alkolden başka şey paylaşmadığı kadını öpemeyecek çocuk. Bir yanda sürekli gülen, siyah kazağının üstüne giydiği karamel yün yeleğin içinde sen. Bunca yalnızlık içinde bir yanda ben. Sen, beni düşündürüyorsun.
"Ben duygusalım!" /Deme, hayır, inanırım.
O sıra dalga geçer gibi "sarhoşken yararlanmayacaksın değil mi benden" diyorsun. Bozulup önden yürümeye başlıyorum. İşte. Bozulup önden yürümeye başlamam ve arkamdan daha kararlı gelmen! Evet, ne hukuk fakültesinin zorluğu, ne sanat tarihi öğrencisinin gelecek kaygısı, ne birazdan raftan cebe atacağın püro tabakası bu gecenin en büyük gerçeği. Mutsuzken yaptığın edebiyat, yani herkeslerden sakladığın yazıların ya da ismimi hatırlamayıp burcumu unutmaman bile o kararlı geliş kadar gerçek değil bu gece. İlk ve son gecemiz olduğuna hemfikir olduğumuz, son gecemiz olmasın diye ellerime telefonunu tutuşturduğun gece. Bütün bunları konuşup her köşebaşında öpüşmeyi nasıl becerebildik bilmiyorum.
"Başka şehirde annem aradığında duymalıyım. Mümkünse sen de duy hem bak buraya bırakma beni." / İzlerinle dolu ayaklarım evet yalpaladığından belli.
Son yirmi metre kala artık son kez öptün. Otuz dakika sonra Havuz'a döndük. Bu sefer gerçekten otuz dakika geçti bilirim. Kadife sokakta ayaküstü dalga geçtiğin insanlara ve nereden bakarsan bak bana da yutturduğun "Kalben'e övgüler" tiradının üstüne, şimdi de siyaset yoklamasına girdin iki alık erkekle. Ben yokmuşcasına. Bir zaman seni koparmak isteyip beceremedim. Kendini açığa vermeyeceğine ikna olup pek de umrumda olmadığından ayrıldım yanından. Koptuk.
Yerimde başkası da olsa bunlar yaşanacak mıydı diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Her seferinde kötü senaryolar tasarlamaktan yoruldum. Anlık ve aydınlık bir hayal gibi girdin sen hayatıma. Yazık ki bunu hiçbir zaman kabullenemeyeceğim.
Hayır, bu hikaye daha kötü bitebilir. Ben şimdi ev yolundayım. Kötü ses kayıtlarıyla arkadaşlarıma dert anlatıyorum. Öncesinde birasını verdim, çok sevdiğim arkadaşımın senden hoşlandığını öğrendim.
28 Nisan 2017 Cuma
13 Nisan 2017 Perşembe
Galata/Şişhane/Haliç
Yaşadığım hayat uzaktan vasat bir cins şairi tasarlatır. Genç, başarılı ve nedense acılı. Bu durumdan biraz rahatsızım. Evet ben kenar köşede kimsenin okumadığını yazıyorum. Yazıyorum ki insanlar kafamda kurduğum ve her cümlesiyle herkese ve her şeye biraz daha dolduğum kötü yazımla, nereden bakarsan bak yine en az onun kadar kötü hayatıma ikinci kalite ve kuşku dolu bulgularla dahil olabilsin. Mümkünse bir şeyler paylaşabilsin. Lütfen ne olur paylaşabilsin. Yalnız ve yalnızlığı seven bir kimsenin bunu yapması, hatta çok zaman etrafından insan eksik olmaması çelişki midir? Evet evet evet! Kafayı yemek işten değil, delirmek. İşin içinden çıkamıyorum. İç cebimde artık o gün yüküm neyse önce hepsini çarçabuk içip yudum yudum çoğalıyor, sonra matara matara eksilip her gün başka bir semtin kanalizasyonuna karışıyorum.
İnsanlar benim için "detaycı, çok zor adam" diyor. Erken ölmek için yaşıyor gibiymişim. Bunları reddedemem ama bilmiyorlar ki zaten ben her gece ölüp bir şekilde her sabah tastamam uyanıyorum. Her sabah tekrar işin içinden çıkamıyorum. Kendimi bir başıma herhangi bir semtin bilmem ne mahallesinde ta neresi sokakta düşünürken ya da o semtin varsa tarihsel meydanında aylak aylak yürürken buluyorum. Tabii bulabilirsem. Kendini bulmak yalnız dile kolay. Dalgınlığınız bir raddeye geldi mi içinizdeki sizi tanıyamazsınız.
Ben şimdi Galata'dayım. Kuledibi'nde kuru bir çeşmeyle oturmuş susuyorum. Günlerden perşembe saat öğlen üç buçuk. Çeşmeye sorarsanız halinden memnun. Bana kalırsa yanlış zamanda yanlış yerdeyim. Kimse bana muhtaç değil ben herkesten mahrum yaşıyorum. Sizlerin saati kaç ve nerelerdesiniz hiç bilmiyorum. Çünkü siz yoksunuz uzun zamandır olmadınız da. Düşünüyorum da sizi hiç sevmiyorum. Beni düşünmeyi bırakın tasarlamayı da. İşte Şişhane yokuşunda bir avizecinin vitrin aydınlığında karşılaşmıyoruz. Nasıl karşılaşalım siz yoksunuz uzun zamandır olmadınız da. Sonra yokuş aşağı Haliç'e dökülüyorum. Pisliğine karışıp İstanbul'un, hakkımda söylenenleri "detaylıca" düşünüyorum.
İnsanlar benim için "detaycı, çok zor adam" diyor. Erken ölmek için yaşıyor gibiymişim. Bunları reddedemem ama bilmiyorlar ki zaten ben her gece ölüp bir şekilde her sabah tastamam uyanıyorum. Her sabah tekrar işin içinden çıkamıyorum. Kendimi bir başıma herhangi bir semtin bilmem ne mahallesinde ta neresi sokakta düşünürken ya da o semtin varsa tarihsel meydanında aylak aylak yürürken buluyorum. Tabii bulabilirsem. Kendini bulmak yalnız dile kolay. Dalgınlığınız bir raddeye geldi mi içinizdeki sizi tanıyamazsınız.
Ben şimdi Galata'dayım. Kuledibi'nde kuru bir çeşmeyle oturmuş susuyorum. Günlerden perşembe saat öğlen üç buçuk. Çeşmeye sorarsanız halinden memnun. Bana kalırsa yanlış zamanda yanlış yerdeyim. Kimse bana muhtaç değil ben herkesten mahrum yaşıyorum. Sizlerin saati kaç ve nerelerdesiniz hiç bilmiyorum. Çünkü siz yoksunuz uzun zamandır olmadınız da. Düşünüyorum da sizi hiç sevmiyorum. Beni düşünmeyi bırakın tasarlamayı da. İşte Şişhane yokuşunda bir avizecinin vitrin aydınlığında karşılaşmıyoruz. Nasıl karşılaşalım siz yoksunuz uzun zamandır olmadınız da. Sonra yokuş aşağı Haliç'e dökülüyorum. Pisliğine karışıp İstanbul'un, hakkımda söylenenleri "detaylıca" düşünüyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)