Özellikle bir şeyler yazmaya başlayıp, yeri geldiğinde tek kelime için dakikalarca kafa yorduktan sonra, edebiyatın "ulusal" bir sanat alanı olduğunu düşünmeye başladım. Aynı dilde dahi iki kelimeden biri diğerinin yerini tutamazken çeviri bir romanın, hele hele şiirin aslıyla uyumlu olmadığını, hatta ileri giderek "üslûp bakımından" tamamen çevirmenin eseri olduğunu söyleyebilirim. Zaten dilden dile aktarım tam anlamıyla mümkün bir iş değil. Kaldı ki bu aktarıma kelimelerin fonetiği izin vermez. Her kelimenin anlamı biraz da söylenişinde gizlidir.
Bunu göz önüne alınca sakınmamız gereken birkaç husus olduğu da açık görünüyor. Ulusaşırı edebiyattan bir sanatçı hakkında, eserlerini orijinalinden okumadıkça bütüncül bir değerlendirme yapma olanağımız bulunmamakta. En önemlisi, örneğin Çehov'un dili durudur diyebilmek için, Çehov'u kendi kaleminden okumak gerekiyor. Aksi takdirde Çehov'u okumadan hakkında hüküm vermiş oluruz ki doğruluğu da ancak tesadüfle mümkündür.
Bu düşücelerle son birkaç yıldır tamamen Türk edebiyatına yönelmiş olsam da, her şeye rağmen gerçek bir entelektüelin dünya klasiklerinden kopuk bir okuma alışkanlığıyla yetişebileceğini aklımın ucundan geçirmiyorum. Bazen çelişkiler içinden çıkılmaz olabiliyor.