Suçluluk duygusunu yenmiş insanları getirin bana
Onlara anlatacağım
Öğrenecekleri var benden
Sizin yaşadığınız
Eziyetten başka şey değildi kendinize diyen olursa
Sakın aldırmasınlar buna
Çünkü ben
Durdum günün eşiğinde bu gece dünlere baktım
Mazi
Her bir saatiyle kuşkuludur
Tik takları çeldirici şarkılar söyler
Hem tınısı hüzünlüdür bu şarkının
Şerh düşer aklanmalara
O ki
Unutamam
Şıçradı yatağında
Yanağında duvarın soğukluğu
Emin midir uykuya tekrar dalacağına
Etten ve betondan sıyrılmış saf panik atak
Beriki
Debisi yüksek bir para akışının ortasına kurulsa
Bulup önüne açacağı en beyaz mendili
Ömrü vefa eder mi o hür dilencinin
Hür bir dilenci olarak kalmaya
Kabahatler Kanunu müsait mi buna
Tünel'de karşıdan gelen trenle çarpışmayacağına
Şişhane'ye sağ çıkacağına
Hangi vatman yemin edebilir
Tebessüm de gri renktedir
Kahkahalar ve somurtmalar arasında
Durdum günün eşiğinde bu gece dünlere baktım
Anladım tınısı neden hüzünlüdür bu şarkının
19 Temmuz 2020 Pazar
8 Temmuz 2020 Çarşamba
Koku
Aralık ayı, kış kıyamet. Fatih Camii'nde cuma namazı kalabalığı. Titreye titreye abdestini alan kendini içeri atıyor. Kubbenin altı ilahî bir sığınak misali. Sıkış tıkış oturan onlarca adam, vaaz dinlerken ezanı bekliyor.
O sıra içlerinden ikisinin arasında uzak, adı konmamış bir gerilim doğmuş bile. Temiz giyimli, yüzünde pek bir ifade taşımayan, soğuk duruşlu, insanın görür görmez "orta sınıf memur bu!" diyeceği türden bir tanesi, yanında oturan bıyıksız, uzun sakallı gence dakikada defalarca dönüp bakıyor, sonra yüzünü ekşitip gerisin geri önüne dönüyor. İçinden, "Kimdir, necidir bu çocuk?" diye düşünmesi, onun için birbirinden farklı hayat hikayeleri tasarlaması bir yana dursun, gözü, gencin giyimine takılıyor. Öyle dikkat çeken, zengin veya yoksul bir hali yok. Ancak yirmi yaşında ya var ya yok bir delikanlının milenyum sonrası giymesine şaşılacak, şalvar mı değil mi iyice anlaşılmayan, çok bol, demode bir pantolon, üstte; yün, karmaşık desenli, yumuşak bir kazak ve işte kara bir kefen gibi hepsini saran, siyah, uzun bir palto. Adam, burnuna vuranın yağmur sonrası buram buram tüten bu ıslak paltonun kokusu olduğuna o an emin oluyor. Bir yoğunluk ve rutubet halinde hücum eden kokuyla boğuşurken tesellisini yine kendi içinde buluyor: "Ne de olsa üç beş dakikaya duymaz olurum."
Derken namaz vakti geliyor. Genç çocuk, hareket kabiliyetini kısıtladığından olacak, paltosunu çıkartıyor. Sonra dürüp sağ omzunu verdiği duvarın dibine, kalorifer peteğinin altına iliştiriyor. Adamla yan yana saf tutuyorlar. Ortalığı kaplayan koku, kaynağının köşeye sinmesiyle dağılırken adam sevinecek oluyor. Fakat tam o anda daha fenası, yeni, ikinci bir dalga daha! Bu sefer memur kılıklı adam kokuyu seçmede zorlanmıyor. Bu, besbelli vücut kokusu. Dikkatine sahiplik edemiyor sinirinden. Kış günü nasıl böyle kokulur aklı almıyor. Kafasında kırk tilki, yatıp kalkıyor. Ömründe belki binlerce kez okuduğu sûreleri karıştırıp, hızlıca baştan ala ala ne kıldığını bilmeden, kör topal namazını tamamlıyor. Nasıl doğru tamamlasın, aklı yanındaki çocukta. Bitirir bitirmez ibadetini gereği gibi yapamadığını hissedip iyice öfkeleniyor. Bir yolunu bulup kenara kıstırırsa üç beş sert cümleyle azar çekecek, üstüne nasihat edip içini dökecek, çocuğu yoluna öyle salıverecek. Kendince belki rahatlayacak.
Biraz sonra Cami'den çıkmaya yeltenip herkesle beraber ayaklandılar. Adam ağırdan aldı, peşine takılabilmek için çocuğun toparlanmasını bekledi. Kalabalığın içinde izini kaybetmemek adına yakın takibi sürdürdükçe çocuğun kokusunu tekrar alıyor, büsbütün sinirleniyor. Sonra avluya çıktılar. Adam içinden: "Tam zamanı, şimdi lafı gediğine koymalı" diye geçirirken her seferinde cesaretini toplayamamış, bu şekilde camiyi şehre bağlayan caddeyi boydan boya yürüyüp bitirmişler. Ne var ki adam bu pasif-agresif haliyle devam etmede ısrarcı.
Diğer yanda çocuk, nerede biteceği belirsiz bu takibi henüz fark etmemiş bile. Adamın ardı sıra geldiğinin farkında ama nereye yürüdüğü merakını taşımıyor. Zaten çocuk genel itibarıyla pek bir şeye ilgi taşır gibi de degil. Dalgın ve dikkatsiz. Hayat dışı bir hali var. Yalnız aval aval etrafa bakıyor, yürüyor. Galiba gireceği sıcak ve ucuz bir yer peşinde.
Nitekim öyle oluyor. Adam, gencin ardında birkaç yüz metre daha yürüdükten sonra kendini salaş bir börekçinin önünde buluyor. Arka arkaya içeri giriyorlar. Adam, camları buharlı vitrinde göz gezdirip diğerinin nereye oturacağını kolaçan ederken, paltolu genç dükkanın içinde bir anda ortadan kayboluyor. "Hayır, hiçbir masada yok!" Adam o an telaşa kapılıp dışarı fırlamakla, oturup çocuğun içerde olmasını ummak arasında gidip geliyor. Sonra ânîden, kokan genç tezgahın arkasında beliriyor. Şaşılacak şey: Siyah paltosu yok artık. Yalnız beyaz bir önlük var üzerinde. Göz göze geliyorlar: "Buyurun ne alırdınız?"
"Bir çay" diyor adam. Oturup, çayını içip yoluna gidiyor. Günün kalanını bu olayla yaşıyor. Bir çocuğa kızıyor, bir kendine. Düşündükçe küçülüyor.
Gece olup da yatağına girdiğinde ilkin biraz uykusuzluk çekiyor. Her zamanki hali bu. Birazdan gözlerini kapatıp, zihnini uykuya zorlayacak. Nafile. Kapattığı anda kendini yine öğlenki macerada bulacak. Henüz olayın başında. Parmak uçlarıyla caminin alacalı halısıyla oynarken birden ve kararlı yana dönecek: "Utanmıyor musun insan içine böyle çıkmaya? Arada bir duş al, üstünü başını da yıka!" Uyuyamayacak.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)