26 Mart 2016 Cumartesi

Bir Gökyüzü Gördüm Allara Bürünmüş

Yüzündeki her kıvrımı biliyorum
Çillerini tek tek saydım
Her seferinde unutup baştan aldım
Bakışım burnuna takılıyor ne kadar denesem
O kadar küçük
O kadar güzel
Mutluluk butonum olurdu
Ah dokunabilsem


Yüzündeki her kıvrımı biliyorum
Uzun süre bakamıyorum
Dayanamam
Pek az saniyelik kaçamak bakışlarla
Gözlerini de kazıdım aklıma
Her gece tavanda belirir onlar


Yüzündeki her kıvrımı biliyorum
Çenendeki ufak nokta
Tohum bile almaz belki ama
Ben büyüdüm içinden
Yanakların kızarırken


Yüzündeki her kıvrımı biliyorum
Ve denebilir ki
Gördüğüm en güzel şeysin
Seni seviyorum



                                10 kasım salı  2015/  08:26


   Pek yatkın olmamama karşın zamanında böyle bir şiir yazmış bulundum. Abartılı veya samimiyetsiz gelebilir, bana dahi öyle geliyor, üzerinden çok zaman geçti. Fakat sabahın köründe, yatakta mırıldanarak duygu yoğunluğu içinde yazılmış dizelerdi. Sonda dipnot şeklinde tarih ve saati belirtmemin nedeni de lale devri lirizmine kapıldığım anların az ve özel olduğunu vurgulamaktı. Normalde yazdıklarımın tam tarihine dikkat etmem ama yazarken bile anlamıştım nadir bir an olduğunu. Her neyse. Muhatabına değil de yine sizlere ulaşan ne idüğü belirsiz bu şiirin içinden en azından birkaç kısım gözünüze çarpar umarım. Çarpmaz ise de mazur görün. Görüşmek üzere.











21 Mart 2016 Pazartesi

Esasen

   Cemiyet içinde pek konuşmuyorum. Ne kadar konuşursam o kadar anlaşılmıyorum. Ben artık yanında çok konuştuğum, isteyerek, rolsüz konuştuğum birini istiyorum. Fakat o ideal insanı bulmak o kadar kolay olmuyor. Çekilişe katılır gibi denedikçe şansınız artmıyor. Aksine yıpranıyorsunuz, duygularınız laçkalaşıyor, inancınız kalmıyor bazı şeylere. Giriş-gelişme-sonuç şeklinde aynı kitapları, müzikleri, filmleri konuşup aynı mekanlarda aynı içkileri içerken bir an yüzüne baktığınız kadının ismini anımsayamamak kendinize olan saygınızı azaltıyor. Kendinize geliyorsunuz.

   
   Sonra söz arasında birden ciddileşiyorsun diyorlar. Ben hep birden ciddileşirim. Çünkü sürekli ciddi olursam hiç anlaşılmam. Ne diyor be bu derler. Poz kesiyor derler. Susarım.


   Susmayayım, konuşayım, konuştukça susayayım isterim. Konuşmak için içmek değil de konuştuğum için içmek isterim.


   Hayatım birçok sürece gem vurmakla geçiyor. Beni ben yapan (hangi ben?) bir şey bu. Ve bu, şimdiye dek değindiğim gibi kelimelerin ağızdan çıkışına engel olmak değil yalnızca. Esasen düşünme eylemine gem vurmak. Örneğin bir rüyadan kimseye bahsetmemekten öte; gece yatakta tedirginlikle uzanmış, o rüyayı görmeye çekinir olmak gibi.


   Alkol bu konuda yardımcı sağolsun. (allah başımızdan eksik etmesin) .Çenemin bağını çözmese de (şüphesiz çözdüğü daha çok olur) zihnimin bağını çözer. Öyle zamanlarda yazarım. Bir de uykuluyken yazarım (pek sevmesem de sanırım böylece sürrealistlerin dediğine geliyorum). Yazdıklarım için el emeği göz nuru diyemem. Göz ucuyla bakıp, el ucuyla yazarım. Bilmem neyi kime anlatmak isterim.


   Bilmem çünkü yazdıklarım defter aralarında kalır (yazık. fakat yazdıklarımla aynı kaderi paylaşmam anlamlı. onlar da benim gibi çoğunlukla muhatapsız). Kimse ile paylaşmam. Yahut on yazar bir paylaşırım (şimdiki gibi). Bunun nedeni de karmaşık. Şöyle ki; yazı yazmayı ve bu bağlamdaki her şeyi, mürekkep kokusundan daktilo şakırtısına, klavye tıkırtısına kadar severim. Cümleleri, kelimeleri ve onları kullanmanın matematiğini severim. Bunun yanı sıra yazmanın getirdiği gururu, başarmışlık duygusunu severim. (severim de severim... ben de yalnız tekrirden mi anlıyorum nedir?) İşte bu tür bir sevgiyi düşününce yazdıklarımı paylaşmamam karmaşık. Fakat bunları kendime saklarsam eğer; defter, blog köşelerinde kalan ürünün insanlarca beğenilmeme, kabul görmeme olanağı yok. Sevgimin incinmesi, hevesimin kırılması da söz konusu değil.Bu da kendimi eylediğim yazma işinde devamlılığımı sağlıyor. En nihayetinde yazdıklarımın estetik zevk sahibi "birilerince" (kim onlar?) kabül görme olanağı hep var.


   Kendimce kabül görme bahsini hiç açmayayım en iyisi. Dediğim gibi bir şeyler yazmanın bile bir matematiği var. Ben bu işin matematiğini seviyorum. Ne demiş Machbeth: "I'll fight till from my bones my flesh be hacked.", abaküsümü getirin!