O sabah kapıma, daha önce hiç görmediğim iri yarı bir adam geldi. Elinde, poşet dosyada muhafaza edilmiş belgeler vardı. Uyku sersemliğiyle düşündüm, bir dilenci veya ramazan davulcusu olabilirdi. Ancak mübarek ayda değildik ve kapı deliğinden gördüğüm bu adam oldukça iyi giyimliydi. "Kim o?" demeden açtım. Büyük bir ciddiyetle tanıttı kendini:
- "Ben Münir Gezer, site yöneticisiyim." Devamında son üç ayın aidatını ödemediğimi, bu nedenle verdiği iban numarasına, Sosyalbank Kadıköy Çarşı Şubesi'ne gerekli meblağı yatırana kadar gönderi ve hikaye paylaşma kabiliyetimin askıya alındığını, sadece beğeni yapabileceğimi söyledi.
Soru sormama fırsat vermeden elime bir kağıt parçası tutuşturan Münir Gezer, acele ile yoluna gitti. Kapıyı kapatıp içeri geçtim. Kafam allak bullak olmuştu. Sitede oturmuyordum. Üstelik gönderi ve hikaye, kapıcıya veya asansöre ilişkin kavramlar değildi. Sonra adamın bahsettiği sitenin, bir internet sitesi olabileceği geldi aklıma. O ana kadar yüzüne bakmadığım, daha doğrusu bakmayı akıl edemediğim, elimde okunmak için kıvranan kağıt parçası da aynı şeyi söylüyordu.
*
Fotogram üyeliği için aidat ödendiğini o güne kadar duymamıştım. Daha önce hiçbir talepleri olmamıştı. Öyleyse niçin "son üç ay" denmişti? Kim bilir ne zamandır böyle bir uygulama vardı? Daha önemlisi, önceleri benim adıma bu borcu ödeyen biri veya birileri vardı. Aklıma kimseler gelmedi. Acaba adam basit bir dolandırıcı mıydı? Çünkü haberdâr etme usulleri garipti. Kapıma böylesine bir adam gelmesi akla yatar iş değildi. Ayrıca o güne kadar karmaşaya kurban giden, ne olduğunu anlamadan elinde avcunda ne varsa dolandırıcılara kaptıran çok insana rastlamıştım. İçime kurt düşmüştü.
Telefonumu elime alıp Fotogram imgesine dokundum. Hemen bir fotoğraf seçip paylaşmayı denedim. Defalarca tekrarlamama rağmen sonuç olumsuzdu. Site yöneticisinin söylediğini teyit etmiş oldum. O an gerçekten telaşlandım. Sürpriz bir borçla dünyamdan koparılmıştım, saf dışı kalmıştım. Domuz kumbaramı yere çalıp tüm nakdimi yanıma alarak bankaya doğru yola koyuldum.
*
Evim hemen çarşının dışında olduğundan bankaya çabuk vardım. Saat henüz erkendi. Vakit kaybetmeden işimi halleder, özgürlüğüme kavuşurum diye düşündüm. Fakat akıbet hiç de beklediğim gibi olmadı. İçeri girdiğimde ben yaşlarda bir sürü gencin vezneler önünde uzun kuyruklar oluşturduğunu gördüm. Mahşer yerini andıran bu kaos manzarasıyla tadım kaçtı. Ancak işimi hiç ertelemeden halletmek istiyordum. Numaratörden bir numara aldım. Oturacak yer yoktu. Sonu belirsiz kuyruklardan birinin ucuna eklendim.
*
Yarım saat sonra hâlâ önümde, işlem bekleyen yüz doksan sekiz kişi vardı. Esasen bir yere varmayacağını bildiğim boş muhabbetlere girmesem de, can sıkıntısı insana neler yaptırır. Önümdeki çocuğun sırtına dokundum. "Pardon" dedim. Geniş omuzlarıyla ağır ağır döndü. Boylu poslu, alımlı bir delikanlıydı. Mermer bir büstle kıyaslayabileceğiniz kemikli bir yüzü, kusursuz bir fiziği vardı. "Ne kadar talihli adam" diye düşündüm. Sonra yüz yüze kalakaldık. O an ben de konuşamadım, incelemeye daldım. Yüzü, diğer yandan yine mermer bir büst gibi durağandı. Donuk mimikleriyle, boş bakışıyla karşımda öylece duran bu surata anlam yükleyemedim. Maddi ve manevi varlığıyla bende ikilem yarattı. Galiba yaratan, estetik harikası bu eserinden vergisini acımasız bir diğer yolla almıştı.
"Siz de mi aidat borcu kapatmak için buradasınız?" diye sordum. Konuşmadı, onaylar gibi başını salladı. Bu çoçuk çok havalıydı! Her haliyle benim burada ne işim var diyordu. Besbelli böyle yerlere ait değildi. Ortaçağdan kalma devrik bir kral gibi memnuniyetsizdi. Başını sokacağı bir sarayı olmadığı, bankada merâsimle karşılanmadığı için buruk bir hali vardı. Sanki az evvel komşu ülkenin liderini azarlarken bir anda büyük salona dalan yaverinden öfkeli bir halk isyanıyla devrildiğini öğrenmiş, ardından Fotograma olan aidat borcunu ödemeye, buraya gelmişti.
Yine de zamanla bir şekilde dilinin bağını çözebildim. Kendimi bildim bileli insan gözlemlemek için yaşıyordum. Böyle bir numuneyi kaçıramazdım. Hem birazdan anlatacağım gibi, sadece susmaya devam edemediği için gözden düşen bu yarı-talihli yaratığın dostluğundan henüz memnundum.
*
Banka öğle tatiline girdiğinde senli benli olmuş, iyiden iyiye samimi hale gelmiştik. Ayakta dikilmekten bir süredir sol tabanımda bir acı vardı, üstelik acıkmıştım da. Ona, bir yerlere oturup birlikte yemek yemeyi teklif edecektim. Bu teklifim bir davet olarak algılanır mı, hesabı ödemem gerekir mi diye düşünüp ilkin tereddüt etsem de, taze bir dosta ısmarlanacak öğle yemeğinden çekinmenin cimrilik sayılacağına karar verdim. Orta yolu bulduğumu kendime ispatlarcasına Kadıköy'ün en vasat dönercisine davet ettim onu.
Siparişlerimizi beklerken gelecek planlarından bahsetmeye başladı. Öyle kaygılı bir hali yoktu, iştahla anlatıyordu. Bu yıl ikinci kez üniversite sınavına girdiğini, ümitsiz bir okulun ümitsiz bir bölümünü kazandığını, ilk dönem çok çalışıp işleri başından sıkı tutacağını ve "mutlaka" daha az ümitsiz bir başka bölüme geçiş yapacağını hep o sıra öğrendim. Karşımda oturan bu yeni dostumun somut gerçeklikle ilişkisini düşününce, gözümde altı yaşındaki kuzenim canlandı. Bir an dalıp gitmiş olacağım ki tekrar yüzüne bakıp dinlemeye başladığımda, yine eğitim hayatına mahsus, fakat bu sefer bambaşka bir konudan bahsediyordu. Girişini kaçırdığım bu faslı pek anlayamadım. Kendimi ele vermeden konuyu kapatmak istiyordum. İmdadıma yine o yetişti. Tanıştığımız an bana yaptığı kafa hareketiyle bu sefer ben onu onayladım. Fakat devamında daha güzeli oldu. Ağzımı açmama lüzum kalmadan sohbetin seyrini o değiştirdi. Az önce tasarılarından bahsederkenki iştahı, coşkusu birdenbire uçup gitmişti: "Aslında okumakta para yok, okumanın gereği de yok. Ticarete atılacaksın, ne varsa ticarette var." dedi. Birkaç saniye duraksayıp ekledi: "Gerçi bir yerde sermaye meselesi..."
O güne kadarki hayatımda bir şey öğrenmiştim. İnsanlara istediklerini vereceksiniz. Ben de ona duymak istediği cevaplar veriyordum. Akıl yoluna dönmesi için yalvarmadım. Kişiliksiz insanlar gibi yılmadan her lafını onaylamaya başladım:
- "Tabii kardeşim, ticaret gibisi var mı? Hem okumak iyiyse de eninde sonunda para kazanmanın aracıdır."
Bir kere hızımı almıştım. İstediği malzemeyi ona cömertçe sunuyordum:
- "Bir futbolcunun kazandığını, okuyan adam kaç senede kazanır hesap et." diye ekledim. Bu, bir süre daha tam ayarında devam etti.
Sonra muhabbete doydum. Yemeklerimiz gelmişti, sıra karnımı doyurmaktaydı. Tabanımdaki acı da oturuyor olmama rağmen dinmiş değildi. Tahammül çemberim git gide daralıyordu. Birlikteliğimizin bundan sonrasının beni sıkacağını anladım. Karşımdaki yarı-talihliyi dinlemek artık ilk zevki vermiyordu. Bu çocuğun orta yolu yok muydu? Konuşturana kadar akla karayı seçtiğim insan, şimdi susmak bilmiyordu.
Yemeğim bitene kadar yalnız karnımı doyurmakla meşgul oldum. Hiç konuşmadan yememe rağmen; o, onca şey anlatıp yine de elindekini benden evvel bitirebildi.
Ben de bitirdiğimde ise onun garsona "aynısından bir tane daha" ısmarladığı yeni gözdesi, sultan ikinci kaşarlı yüz gram'ı beklemeye koyulduk. İnsan eski alışkanlıklarını kolay terk edemiyor. Artık devrik bir kral olsanız da vaz geçilmezleriniz sizinle yaşar. Bu sebeple içimden hayıflandım, ancak yine ona hak verdim. Cüssesinin sadakaya kanacak hali yoktu. O koca bedeni; minik, tek bir dürümle tatmin etmek imkansızdı.
Karşımdakini dinler görünüp bu sefer etrafı seyretmeye başladım. Gözleriyle insanı taciz edenlerden olmamak için adetim üzere başka başka masalara, kısa, kaçamak bakışlar atıyordum. Çaprazımızda, sırtı bana dönük oturan adam burnunu karıştırıyordu. Elini burnundan çekip etrafı kolaçan etti. Masasında peçete yok muydu hiç dikkat etmedi. Sonra işaret parmağını sandalyesinin altına sürterek parmağındaki kalıntıyı temizledi. İhtimal aynı el ile biraz sonra yemeğini yiyecekti.
Ötede, insanın böyle bir mekanda görmeye aşina olmadığı, her biri takım elbiseli, üstelik aynı takım elbiseyi giymiş, her yaştan kalabalık bir erkek grubu oturuyordu. İçlerinden birini gözüm ısırır oldu. Sonra tanımakta zorlanmadım. Evet, sabah kapıma dayanan adamdı bu: Münir Gezer!
Ne yalan söyleyeyim, o an yerimden fırlayıp yanına gitmek istedim. O benim için, vasıtasıyla huzur bulacağım mübarek adamdı. Sabahleyin soramadığım, zihnimin tavanında asılı kalmış her şeyi, içine düştüğüm bu belirsizliği aydınlatacak lamba, tesadüfen dibimde parlamıştı. Ancak yapamadım. Önce aynı masayı paylaştığım insana baktım. Nihayet eski konuşkanlığı kalmamıştı. İlgisizliğimi hissetmiş olacak ki susup kabuğuna çekilmiş, önündeki tepsiye gömülmüştü.
Ona kalabalık grubu, benim adamı işaret ettim. Sabah yaşadığım garip olayı anlatıp adamın kim olduğunu açıkladım. Yanlarına gidip birkaç soru sormak için, hemen dönmek kaydıyla izin istedim. Bunca ilgisizliğin üzerine şimdiki nezaketimle günah çıkartıyordum. Sanki biraz gönlünü almıştım. Gülümsedi, müsaade verdi. O an gerçek centilmenlerdik!
*
Münir Gezer başta beni çıkaramadı. Birazdan bahsedeceğim yoğunluğu düşünülürse, hakkı da var. Kısa bir hatırlatmadan sonra merakımı giderecek cevaplar almaya başladım. Çantasındaki evraka bakarak anlatıyordu. Her sorumda tekrar sayfaları karıştırıyor, verdiği cevapla bende bir mantık uyandırıyordu. Sonunda her şey yerli yerine oturmuştu.
*
Sabah kendini site yöneticisi olarak tanıtan, mühim işlerin adamı sandığım Münir Gezer, gerçekte bir posta memuru gibi kapı kapı gezen, iletilmesi gereken ne var ne yok tebliğ eden basit bir çalışanmış. Demek her teşkilatta yaşayan, yüksek sıfatlar altında ucuz işler gördürmek kolaylığı burada da yaşıyordu.
Giysileri, diğer tüm çalışanlar gibi kurumunca temin edilmiş. Ben ise onun nazarında; bölge bölge, semt semt paylaşılan bir yığın adres arasında payına düşenlerden sadece biriymişim. Acelesinin, iki kelam edemeyişinin sebebi bu yoğunlukmuş.
Öğrendiğime göre Fotogram, yeni yılla beraber aidat usûlüne geçmişti. Onuncu ayda olduğumuz gerçeği ile en azından dokuz aylık muaccel borcumun olduğu açıktı. Meğer ki Anayasamızın ikinci maddesinde yer alan "sosyal devlet ilkesi" gereği; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımızın girişimi sonucu, yirmi beş yaş altında ve öğrenim görmekte olan Fotogram kullanıcıları için bir burs fonu oluşturulmamış olsun! İnceleme komisyonlarının tetkiki ile bursa hak kazanan profiller belirleniyor, onlar adına bu fon otomatik olarak aidatlarını ödüyormuş.
Evet, çok aktif, iyi bir kullanıcısı olduğum Fotogramda başarı bursuyla ödüllendirilmiştim. Devlet teşviği nihayetinde dağıtıldığını öğrendiğim bu burstan faydalanmak gururumu okşamıştı. Bilimin, sanatın yanı sıra böyle önemli alternatif dalların desteklenmesi isabetli bir uygulamaydı. Ancak ne olduysa üç ay önce olmuş, rağbet görmeyen paylaşımlarım nedeniyle bursum kesilmişti.
*
Masama döndüğümde dostum yemeğini bitirmiş, hesabımızı ödemiş, beni bekliyordu. Mahcup oldum. Bende tekrar sonsuz bir kredi açmıştı.
*
O gün ikimize de sıra gelmeden banka kepenk kapattı. Akşama kadar birbirinden ilginç, radikal fikirlerini dinledim. Hiçbirini yadırgamadım, hiçbirine şaşırmadım. Ayrılık vakti geldiğinde belki bir daha görmem endişesiyle son kez yüzüne baktım. Ne kadar gerekli olursa olsun, bir ayrılık her zaman kötü bir şeydir.
Ayrılık meselesinde yanılıyormuşum. Birkaç dakika sonra cebimde telefonum titredi. Ben bunları düşünür, yürürken; o, sosyal medyadaki tüm mecralarda beni bulmuştu. Sonsuz ayrılığımıza gönlü razı gelmemiş olacak ki bundan böyle bizi hayat ortağı yapacak, günün her saati en mahrem hallerimizi paylaşacağımız ekranlarda yakın ve sıcak bir temas hali ile kalacaktık.
*
Eve zor vardım, girer girmez de günün yorgunluğuyla kendimi koltuğa attım. Saatlerdir acıyan ayağımı ovuştururken çorabımdan parmaklarıma bir şey takıldığını hissettim. Sonra avucuma sert, pembe bir nesne yuvarlandı. Kumbaramın, yani merhum domuzcuğumun parça parça olmuş bedeninin sivri bir köşesiydi. Demek benimleydi, demek onu tüm gün ayakkabımın içinde gezdirmiştim. Bunca zaman birikimimi himaye eden sadık hizmetkârımın hatırasını bir süre daha yaşatmak istedim. Parçayı cebime attım, yerleri süpürmeden uykuya daldım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder