12 Kasım 2017 Pazar

Karmaşa

   İnsanın her şeye yeniden başlayabileceği ümidine kapıldığı anlar vardır. Son dört ayım işte böyle bir hevesle başladı. Temmuz ayının sonlarıydı, ansızın tanışıp sevdiğim garip kızla başka bir hayata başlamak hevesiyle doldum. Güya geçmiş, savruk yaşantılar bir kenara bırakılacak, çalkantılı ama biraz olsun mutlu, ortak bir düzen kurulacaktı. Tabii hepsi tasarıda kaldı. Zarlar çoktan atılmıştı. Ne o değişebildi, ne ben. Tekrarlanan sonsuz sınav ve kavgaların ardından bugün bana o ümit romantik bir gençlik hayali gibi görünüyor. Yine de güzel bir hayal.

   İşin ilginç yanı, ilişiğimizi kestikten sonra dahi bir zaman henüz her şeyin tam anlamıyla bitmediğini düşünmemdi. Sandım ki yine o güzel, eski günlere dönülecek, gizemli keşiflerini özlediğimiz gerilimli ilişkimizin molası bitecekti. Yanılıyormuşum. Sonraları küçük bir iki mesajla kendimizi tekrar hatırlatıp, ilişkinin bu haliyle bitmiş olduğunu kabullenmek zorunda kaldık. Evet, fevri kararlar alıp doğrudan uygulayan bir gençle kararsız ve başına buyruk bir kızın derin çelişkileri halledilemez. Ama bazen size de her sorun ufak ve çözümsüzlükten bir o kadar uzak gelmiyor mu? Karmaşayı uzattıkça uzatan buydu belki de.

20 Ağustos 2017 Pazar

Çeviriler

   Özellikle bir şeyler yazmaya başlayıp, yeri geldiğinde tek kelime için dakikalarca kafa yorduktan sonra, edebiyatın "ulusal" bir sanat alanı olduğunu düşünmeye başladım. Aynı dilde dahi iki kelimeden biri diğerinin yerini tutamazken çeviri bir romanın, hele hele şiirin aslıyla uyumlu olmadığını, hatta ileri giderek "üslûp bakımından" tamamen çevirmenin eseri olduğunu söyleyebilirim. Zaten dilden dile aktarım tam anlamıyla mümkün bir iş değil. Kaldı ki bu aktarıma kelimelerin fonetiği izin vermez. Her kelimenin anlamı biraz da söylenişinde gizlidir.

   Bunu göz önüne alınca sakınmamız gereken birkaç husus olduğu da açık görünüyor. Ulusaşırı edebiyattan bir sanatçı hakkında, eserlerini orijinalinden okumadıkça bütüncül bir değerlendirme yapma olanağımız bulunmamakta. En önemlisi, örneğin Çehov'un dili durudur diyebilmek için, Çehov'u kendi kaleminden okumak gerekiyor. Aksi takdirde Çehov'u okumadan hakkında hüküm vermiş oluruz ki doğruluğu da ancak tesadüfle mümkündür.

   Bu düşücelerle son birkaç yıldır tamamen Türk edebiyatına yönelmiş olsam da, her şeye rağmen gerçek bir entelektüelin dünya klasiklerinden kopuk bir okuma alışkanlığıyla yetişebileceğini aklımın ucundan geçirmiyorum. Bazen çelişkiler içinden çıkılmaz olabiliyor.

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Hangi Edebiyat

   Divan geleneğini yalayıp yutmuş dev bir kültür yığınının kıvrak zekasıyla yazdığı büyük eserleri haliyle portakal yer gibi tüketemiyoruz. Tek tek Yahya Kemal'den, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Attila İlhan'dan bahsediyorum.

   Sanatçının böylesini sindirmeye bir emek gerekiyor. Bunun yanında kısa ve tenha Cumhuriyet Edebiyatı tarihimizde günlük heveslerimizi karşılayacak seçenek çeşitliliği olduğunu da düşünmüyorum. İkinci Yeni'ye rağbet edilmesi sanırım bunun içindir. İçe dönük, anlaşılmaz şiir haliyle gizemin cazibesine sürüklüyor.

   Gerçi bu adamların ilk anda akla gelmese de asıl ağır sorumluluğu, yazdıklarından ziyade sonraki şairlere açtıkları bayağı yoldur. Bu da meselenin apayrı bir boyutu. Ancak şu açık: portakaldan çok, başkaca seçkin meyveler yemek gerekiyor.

28 Nisan 2017 Cuma

Aksi Tesadüf

   Birkaç gündür iyiden iyiye hissettiğim iç sıkıntımı son birkaç ayın malzemesiyle harmanlayıp karanlık bir yazı yazmıştım. Sevdiğim bir yazımdır. Sonraki sabah içimi boşaltmanın rahatlığından mı dersiniz havanın açıklığından mı hiç de fena uyanmadım. Odamı ve bir düzine planla hayatımı düzene koyup (koyulabilirse) caddebostana gitmek üzere evden çıktım.

   Rejisör koltuğunda bir matara jager bitirip iki de bira içtim. Mendil kadar çocuklardan hiç ihtiyacım olmayan mendiller aldım. Attila İlhan'ın Paris şiirleriyle Prodigy arasında gidip gelerek okunan ve duyulan bir tezat motifi dokudum dört saatte. Gittim ve her seferinde İngiliz agresifliği kulaklık kablolarıyla Fransız duygusallığını boğmadan geldim.

   Gözlerinizi kapatıp bir an böyle bir sahne hayal edin. İnsan oturduğu yerde bu halde saatler geçirdi mi işte yine bir şeyler yolunda değil demektir. Anlamalı, bana yine yol göründü. Birkaç arama yapıp sonunda bir tanesiyle sözleşerek Moda'ya doğru kalkıyorum.

   Alkolün gölgesinde hızlı bir yolculuk geçirdim. Moda Havuzu'nda tunç mu yoksa bakır mı bilmediğim büyük balık heykelinin dibinde bittim. Bir yarım saat bekledim. Yarım saat diyorum demesine ama bu yaklaşık bir süre. Her sarhoş hakim bir refleksle sürekli saate bakar ancak daha dakikası geçmeden saatin kaç olduğunu hatırlamaz olur.

    Yanımda üç güzel kız oturuyordu. Hem aralarında güzel konuşuyolardı. Bu mekanda kıvrak zekalara aşina değilim. Etkilendim. Sohbetlerine kulak misafiri olup yarım saatin sonunda birden kendime gelince zengin kalkışı yapmadım. Niçin yapayım? Arkadaşımı tekrar aradım. Hemen ötedeki grup olduklarını böylece fark edebildim.

   Arkadaşım sevdiğim bir arkadaşım. Bugün paralı bir günümdeyim. İçimden geldi, söyle sana istediğini alayım dedim. Guinness birası istedi. O sıra ikimizden de sarhoş başka biri daha katıldı konuşmaya. Yani o. Yani henüz bilmediğim ancak hepimizin hayat boyu bir felaket önsezisiyle beklediği, her erkeğin hayatında bir veya birkaç kez başına gelen o aksi tesadüf.

   Ayaküstü öylece biraz daha laflandı. Arkadaşımın birasını almaya giderken birlikte gelmek istedi benimle. Niçin? Kendine de bira aldırmak için mi, bilinmez. İyi peki dedim, gel istersen.

   Kaşe'ye gittik, istediğimizi bulamadık. Çıkıp Simurg'a yürümeye başladık. Gerçekten yakın davranıyor bana. Bir yandan konuşuyoruz. O çok sarhoş ben daha az sarhoşum. Dönmek gerekiyordu bu sokaktan, kaçırıyoruz. Yol uzuyor. El ele tutuşmuşuz ne zamandan beri hiç bilmiyorum. Sen beni öpecek gibi oluyorsun. Kararsızsın benden bekliyorsun. Ben, dakikalar önce tanışıp matarasının dibinde kalan birkaç yudum alkolden başka şey paylaşmadığı kadını öpemeyecek çocuk. Bir yanda sürekli gülen, siyah kazağının üstüne giydiği karamel yün yeleğin içinde sen. Bunca yalnızlık içinde bir yanda ben. Sen, beni düşündürüyorsun.

   "Ben duygusalım!" /Deme, hayır, inanırım.

   O sıra dalga geçer gibi "sarhoşken yararlanmayacaksın değil mi benden" diyorsun. Bozulup önden yürümeye başlıyorum. İşte. Bozulup önden yürümeye başlamam ve arkamdan daha kararlı gelmen! Evet, ne hukuk fakültesinin zorluğu, ne sanat tarihi öğrencisinin gelecek kaygısı, ne birazdan raftan cebe atacağın püro tabakası bu gecenin en büyük gerçeği. Mutsuzken yaptığın edebiyat, yani herkeslerden sakladığın yazıların ya da ismimi hatırlamayıp burcumu unutmaman bile o kararlı geliş kadar gerçek değil bu gece. İlk ve son gecemiz olduğuna hemfikir olduğumuz, son gecemiz olmasın diye ellerime telefonunu tutuşturduğun gece. Bütün bunları konuşup her köşebaşında öpüşmeyi nasıl becerebildik bilmiyorum.

   "Başka şehirde annem aradığında duymalıyım. Mümkünse sen de duy hem bak buraya bırakma beni." / İzlerinle dolu ayaklarım evet yalpaladığından belli.

   Son yirmi metre kala artık son kez öptün. Otuz dakika sonra Havuz'a döndük. Bu sefer gerçekten otuz dakika geçti bilirim. Kadife sokakta ayaküstü dalga geçtiğin insanlara ve nereden bakarsan bak bana da yutturduğun "Kalben'e övgüler" tiradının üstüne, şimdi de siyaset yoklamasına girdin iki alık erkekle. Ben yokmuşcasına. Bir zaman seni koparmak isteyip beceremedim. Kendini açığa vermeyeceğine ikna olup pek de umrumda olmadığından ayrıldım yanından. Koptuk.

   Yerimde başkası da olsa bunlar yaşanacak mıydı diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Her seferinde kötü senaryolar tasarlamaktan yoruldum. Anlık ve aydınlık bir hayal gibi girdin sen hayatıma. Yazık ki bunu hiçbir zaman kabullenemeyeceğim.

   Hayır, bu hikaye daha kötü bitebilir. Ben şimdi ev yolundayım. Kötü ses kayıtlarıyla arkadaşlarıma dert anlatıyorum. Öncesinde birasını verdim, çok sevdiğim arkadaşımın senden hoşlandığını öğrendim.
 

 

13 Nisan 2017 Perşembe

Galata/Şişhane/Haliç

   Yaşadığım hayat uzaktan vasat bir cins şairi tasarlatır. Genç, başarılı ve nedense acılı. Bu durumdan biraz rahatsızım. Evet ben kenar köşede kimsenin okumadığını yazıyorum. Yazıyorum ki insanlar kafamda kurduğum ve her cümlesiyle herkese ve her şeye biraz daha dolduğum kötü yazımla, nereden bakarsan bak yine en az onun kadar kötü hayatıma ikinci kalite ve kuşku dolu bulgularla dahil olabilsin. Mümkünse bir şeyler paylaşabilsin. Lütfen ne olur paylaşabilsin. Yalnız ve yalnızlığı seven bir kimsenin bunu yapması, hatta çok zaman etrafından insan eksik olmaması çelişki midir? Evet evet evet! Kafayı yemek işten değil, delirmek. İşin içinden çıkamıyorum. İç cebimde artık o gün yüküm neyse önce hepsini çarçabuk içip yudum yudum çoğalıyor, sonra matara matara eksilip her gün başka bir semtin kanalizasyonuna karışıyorum.

   İnsanlar benim için "detaycı, çok zor adam" diyor. Erken ölmek için yaşıyor gibiymişim. Bunları reddedemem ama bilmiyorlar ki zaten ben her gece ölüp bir şekilde her sabah tastamam uyanıyorum. Her sabah tekrar işin içinden çıkamıyorum. Kendimi bir başıma herhangi bir semtin bilmem ne mahallesinde ta neresi sokakta düşünürken ya da o semtin varsa tarihsel meydanında aylak aylak yürürken buluyorum. Tabii bulabilirsem. Kendini bulmak yalnız dile kolay. Dalgınlığınız bir raddeye geldi mi içinizdeki sizi tanıyamazsınız.

   Ben şimdi Galata'dayım. Kuledibi'nde kuru bir çeşmeyle oturmuş susuyorum. Günlerden perşembe saat öğlen üç buçuk. Çeşmeye sorarsanız halinden memnun. Bana kalırsa yanlış zamanda yanlış yerdeyim. Kimse bana muhtaç değil ben herkesten mahrum yaşıyorum. Sizlerin saati kaç ve nerelerdesiniz hiç bilmiyorum. Çünkü siz yoksunuz uzun zamandır olmadınız da. Düşünüyorum da sizi hiç sevmiyorum. Beni düşünmeyi bırakın tasarlamayı da. İşte Şişhane yokuşunda bir avizecinin vitrin aydınlığında karşılaşmıyoruz. Nasıl karşılaşalım siz yoksunuz uzun zamandır olmadınız da. Sonra yokuş aşağı Haliç'e dökülüyorum. Pisliğine karışıp İstanbul'un, hakkımda söylenenleri "detaylıca" düşünüyorum.

26 Şubat 2017 Pazar

Geçmiş Hayalleri

  Hayalin bir gelecek tasarısı olduğu bilinir. Öyledir de. Umduğunu kurduğun ve nihayet bulduğun bir alandır hayal alemi. Ve her hayalci, hayalinin ilk anıyla son anı arasına kendine hasret kaç mutlu hadise sığdırır, bilirse bilenler bilir.

   Oysa başka çeşit hayalciler, bu işi sırf bir teselli aracı olarak kullanıp; geçmişlerini de aslında olduğu gibi değil, arzu edip düşledikleri bir geçmiş hayali olarak hatırlar. Tabii bu aslında olmayan geçmiş, hiçbir vakit mevcut olmamış yaşantı, hiçbir şekilde bulunamayan sükun ve iç huzuru hatırlanabilirse. Yani buna "hatırlamak" denirse. Yok, hazırlamak!. Yok yok hatırlamak! Doğru orta yolu bulmalı... Evet, işte: Hatırlanacak hoş bir hayaldir hazırlanan. Burada kimse kimsenin üzerine gitmez, kimse kimseden şüphe etmez. Gam ve keder bu semtin sakini değillerdir. Ancak ve belki; inandırıcı olsun diye, lütfen ne olur olsun diye gündelik, gülünç dertler serpiştirilir buraya. 

   Geçmiş hayalleriyle meşgul insana mutsuz demek yerinde olur. Dahası var: Umutsuzluk. Mazi düşleyen umutsuzdur. Kalbi, kafası dolu; eli avcu boş kimsenin hayat boyu günü gününe denediği, deneyip de bulamadığı mutluluğu; kirli geçmişini bir yerlerde bırakarak böylece bulması, yani taze bir geçmiş büyütüp güzel bir gelecek umudu satın alması, kendi geçmişiyle karagöz oynatan hayalcinin tek tesellisi.

   Ey mutsuz ve umutsuzun, yalanlara yabancı olmayanın uğraşı hayalcilik! Dünyaya dargınların, dalgınların uğraşı hayalcilik! Uyuşuk ve bulanık zihinlerde sahte hazlar tertip edersin. Daha kaç kere geçmişe gönderip bizi geleceğimize bahşedeceksin?

20 Şubat 2017 Pazartesi

Yazmak

   Bir süredir yazamıyorum. Kendimi bir yazar olarak tanımlamadım hiçbir zaman. Bu düşünüldüğünde edebiyat üretemez olmak büyük bir dert olmamalı benim için. Ancak bir şeylere içerlemek için çoğu zaman sebep aramam ben. Öylece üzülürüm.

   İnsanın hayatı yolunda gitmediğinde elleri kaleme gider. Mutsuzken insan yazmaya meyleder. Ben bu sıra pek keyifsizim. Öyleyse niçin yazamıyorum? Hele ki bu durum beni daha mutsuz ederken... Sanırım bunu öğrenmek için öncesinde başka şeyler konuşmak, bilmek gerekiyor. Aslında niçin yazılır ve nedir yazmak?

   Yazmak, somut ve kirli gerçekten soyut ve güzel bir tasarıya kaçmaksa, buna emek vermek akıllıca ve ahlaki. Var böyleleri. Öte yandan ucu belirsiz soruların peşinden koşup, ucundan kenarından sanat bilgisi olmayıp, laf cambazlığıyla herkesin takdirinin, bin şu kadar beğeninin ardına düşerek suni bir tatmin ve rezil teselliler arayanlar da yok mu? Böyleleri de var elbet. Hatta öyle "vapur yazarları" var ki, kendilerini bu işi severek yaptıklarına katiyyen inandırıp, kalemleriyle keyifleri arasında sıkışıp kalıyorlar.

   Peki ben neredeyim? Yahut kimim? Bu iki milletli "yazanlar evreni"nde adresi belirsiz, mekansız ve vatansız bir öğrenci mi? Kelimeleri yanlış, heceleri hep eksik bir yitik mi? Bilinmez. Ancak şu gerçek: Çok da iyi yapamadığım bu işi, çoğundan iyi yapıyorum.

   Bu son cümleye hoş bakmayanlar çıkabilir. "Heh, nihayet bir yolunu bulup kendini övmeye getirdin!" diyenlere alınacak olsam da bir bakıma haklılar. Eğer bir eksik, bir yitikseniz; kendinizi övmek arzusu size böyle cümleler kurdurabilir. Fakat bu sefer başka. Hem esasen, yitiklerden daha az yitik olmak övünülecek bir sıfat da değildir. Burada kendimi övmekten ziyade genelin vehametinden bahsediyorum. Az buçuk bir şeyler okuyanın ayrıcalıklı sayıldığı çağımızda, "okumadan yazanlar"ın yeterliği hakkında günlük güneşlik konuşmak sahtekarlık olurdu zaten. İşte bulduk. Yazamama nedenim tam da bununla ilgili. Heves mi dersin verim mi dersin, bana o yazdıran şeyin yokluğu, kendimi eksikler içinde bir eksik olarak görüp kalabalık etmemek kaygısından doğuyor. Şimdilik bu kaygıyı yendiğimi belirtmeye gerek yok sanırım.

   Hem bir başka görüşe göre; bunca insanın yazması, iyi kötü bir edebiyat ortamı oluşturup sanat kültürünü toplumda yaygınlaştıracak, yerleşik kılacaktır. Kalabalık etmekle hizmet etmek ikilemi sanat alanında hep var olmuştur zaten. Ve bayağı bir çıkış gibi gelebilir ama ikilem bir mecburiyet oluverir bazen.

 

 

6 Ocak 2017 Cuma

Beni Kaba Bir Fişekle Vurdular

I.
Beni kaba bir fişekle vurdular
Ne durup düşündüler
Ne üzerimde durdular

Neden yoktu ben zaten ölmeyi arıyordum
Bıraksalar üç vakte kadar ölecektim
Yorgundum tepeden tırnağa ağrıyordum

II.
Zorunda değilken arkamdan ağladılar
Shakespeare sonesi de değildim ama
Olayı kadere bağladılar

Sorumluluk alan asla yoktu
Suçunu gören tanıyan çıkmadı
Tek duyulan hep duyulan homurtu

III.
Yolda şapkalı bir adam tükürüyordu
Işık kırmızıydı kamyon yürüyordu
İkisi de hayalinde düşünmeden ürüyordu

IV.
Beni kaba bir fişekle vurdular
Ne durup düşündüler
Ne üzerimde durdular
Sorsanız şikayetçi değilim
Dayanılmıyor artık iyice kudurdular